Yaşam ve yaşamla ilgili her şey döngülerden ibaret. Nasıl doğada gece-gündüz döngüsü, mevsimlerin döngüsü hatta evrende yıldızların doğuş ve yok oluş döngüleri varsa, vücudumuzda da sürekli bir dönüşüm, yapım-yıkım ve üretim döngüleri vardır. Bu döngülere yakından baktığımızda çok muazzam bir detay olduğunu görmekteyiz. Aslında bu detaylara gün geçtikçe yeni bilgiler, yani yeni detaylar ekleniyor. Çünkü bilimsel araştırmalar sonucunda vücudumuzdaki bu müthiş inceliklerle dolu döngüler hakkında yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Elde edilen her yeni bilgiyle, yaşamsal döngülerin ve sağlık- hastalık süreçlerini oluşturan olayların yeniden yorumlanması ve değerlendirilmesi gerekiyor. Ama değişmeyen tek gerçek, vücudun işleyiş ve çalışma mekanizmasına gerek beslenme, gerekse yaşam alışkanlıklarımızla ne kadar olumlu destek olursak, o kadar iyi kalitede sağlıklı bir yaşam süreceğimizdir. Yani değişimin gücünü, hayatınızda yaptığınız en küçük bir değişiklikle bile görmeniz mümkündür. Örnek verecek olursak, su içme konusunda yapılan küçük ve olumlu değişimler , size büyük olumlu değişimler olarak geri döner. Bu konuda ‘’en basitinden’’ diyemiyorum, çünkü su içme konusu başlı başına bütün sağlığı ve hastalıkların altyapısını ilgilendiren çok önemli bir konudur.
Benzer şekilde yedikleriniz konusunda yaptığınız seçimler, sağlığınız üzerinde hem kısa vadeli, hem de uzun vadeli etkiler gösterir. Çünkü sindirim sistemi alelâde bir kanal sistemi değildir, canlıdır ve trilyonlarca bakteri barındırır. Vücut hücrelerinin bu bakterilerle çok yakın ilişkileri ve etkileşimleri vardır. Dolayısıyla seçtiğiniz besinler, hem doğrudan vücut hücrelerinizi etkiler, hem bu trilyonluk bakteri topluluğunu etkiler ve hem de hücrelerinizle bakterilerin etkileşimini değiştirir. Bu konuda yapılan çok sayıda ve çok detaylı bilimsel çalışmalar bulunmaktadır.
Dönüşümün hızını ve etkisini daha iyi anlamak için bu araştırmalardan birkaçına göz atalım…
Malum olduğu üzere fast-food ve batı tarzı beslenme bir kasırga gibi bütün dünyayı sardığı için, köklü ve geleneksel sağlıklı beslenme alışkanlıkları ve tarzı olan Uzakdoğu ülkelerinde bile bu kasırganın kötü etkileri uzun yıllar önce görülmeye başlandı. 2015 yılında Filipinler’de yaşları 7-9 arasında değişen iki grup çocuk üzerinde bir araştırma yapıldı. Bu araştırmada batı tarzı fast-food, hayvansal protein ,sağlıksız yağlar ve aşırı şeker içeren beslenme ile geleneksel, doğal, lif ve sağlıklı yağlar içeren, besleyici madde içeriği yüksek beslenmenin etkileri incelendi. Yalnızca 3 aylık bir süreçte, batı tarzı beslenen çocuklarda aşırı kilo ve obezite ile birlikte bağırsak mikroflorasında normal dengenin bozulduğu ve olumsuz etkili bakterilerin arttığı tesbit edildi. Doğal, lif ve sağlıklı yağlardan zengin beslenen çocukların ise normal kiloda oldukları ve bağırsak florasında olumlu bakterilerde artış olduğu görüldü.
Hastalıklar, beslenme ve mikroflora ilişkisi konusunda yapılan başka bir çalışmada, hazır gıda, aşırı şekerli ve işlenmiş besinlerle besleyici madde içeriği çok az olan, lif içeriği düşük (30-40 gr / gün den az) beslenme tarzında astım, alerji, obezite, kolon kanseri ve daha birçok metabolik hastalık risklerinin yüksek olduğu belirtilmiştir. Çünkü bu beslenme tarzında yedikleriniz, hücrelerinizde iltihabı başlatıcı etkiler oluşturmakta, bağışıklık sisteminize de savaşma emri vermektedir. Bağırsaklarınızdaki bakteriler de, bağışıklık hücrelerini daha fazla iltihabi reaksiyon oluşturacak şekilde etkilemekte ve birçok anti-mikrobik salgının üretimini engellemektedir.
‘’Bana yediklerini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim ‘’ sözü ile özetlenebilecek bu önemli değişimi, yediklerinizi ve yaşam tarzınızı değiştirerek iki haftada başarabileceğinizi bilimsel araştırmalar çok net olarak gösteriyor.