Geçen hafta katıldığımız Paris’te yapılan Gut Microbiota For Health Summit 2017 Kongresi, vücudumuzda bizimle birlikte yaşayan ve özellikle bağırsaklarımızda sayıları trilyonlarca olan bakteri toplulukları yani bağırsak mikrobiotası ( ya da mikroflorası) hakkında çok özel bir kongreydi. Gerek katıldığımız TV programlarında, seminerlerimizde, gerekse yazdığımız gazete yazılarında önemini sürekli vurgulamaya çalıştığımız çok önemli bir konu bu.
Batı tıbbının son 15-20 yılda varlığının ve öneminin farkına vardığı insan vücudundaki mikroflora, gerçekten tam anlamıyla yeni keşfedilmiş bir alan ve bu konuda yapılan çalışmalarla her geçen gün önemi daha da iyi anlaşılmakta.
Vücut hücrelerimizin yaklaşık 100 trilyon olduğu varsayılmaktadır. Bizimle birlikte yaşayan bakteri topluluklarının sayısı ise sadece bağırsaklarda yaşayan kısmı itibariyle yüz trilyondur ve toplamda sayılarının vücut hücrelerinin on katı olduğu düşünülmektedir. Sadece bu sayıları bilmek bile, önemi hakkında eminim size bir fikir vermiştir.
“Normal mikroflora’’ terimi sağlıklı, normal bir insanın cildinde ve mukoza membranlarında (iç organlardaki ve vücudun dış ortama açılan yerlerindeki vücut içi boşluklarını – ağız, burun içi, anüs, sindirim sistemi iç yüzeyi, akciğer iç yüzeyi, göz kapakları içi vb.-kaplayan, nemli ve kaygan mukus salgısı içeren yapı) bulunan mikroorganizmaların tümünü (bakteri, maya ve mantar) ifade eder.
Bu mikroorganizmalar genel olarak iki gruba ayrılır. Bunların büyük çoğunluğu, insan metabolizmasına vitamin sentezi, sindirim, bağışıklık ve daha birçok konuda yardımcı olan, vücutta yerleşik bulunan ve hastalık yapmayan faydalı bakterilerdir. Bunlar bağışıklık sisteminin de yardımıyla hastalık yapıcı bakterilerin çoğalmasını engeller. Bir de hastalık yapıcı etkileri olan ve çevresel kaynaklı bakteriler vardır ki bunlar bağışıklık sistemi zayıfladığında vücutta enfeksiyonlara ve diğer başka hastalıklara zemin hazırlar.
Mikroflora bakterilerinin vücutta nerede ve ne kadar bulunacağı çok ince bir şekilde ayarlanmıştır. Normalde olması gereken yerden başka yere bir şekilde geçen bakteriler burada enfeksiyona sebep olabilir. Aynı şekilde sayıları da önemlidir. Normalde hastalık yapıcı (patojen) etkisi olmayan bakteriler, bağışıklığın zayıfladığı zamanlarda sayıca artarak enfeksiyonlara sebep olabilirler.
Kongrede diyabet, obezite, insülin direnci, karaciğer hastalıkları, hipertansiyon, gluten alerjisi ve diğer alerjik problemler, safra problemleri, depresyon, hiperaktivite, kronik iltihabi bağırsak hastalıkları, migren gibi birçok hastalık ve hatta kanserlerde mikrofloranın ne derece önemli etkileri olduğu farklı ülkelerde yapılan farklı çalışmalarla tekrar tekrar ifade edildi. Çalışmalar öyle farklı yönlerde ve hızla ilerliyor ki, gelecekte hastalık teşhisleri de mikroflora analizi yapılarak anlaşılabilecek.
Yapılan sunumlardaki en önemli ve ortak sonuçlardan biri de beslenmenin vücutta ve sağlık üzerindeki etkilerinin bilinenden çok daha büyük olduğu idi. Hastalıkların, beslenme ve bağırsak mikroflorasının yeniden sağlıklı hale getirilmesiyle ilaçsız nasıl tedavi edilebildiğini örneklerle tekrar görme imkanımız oldu. Özellikle insülin direnci, obezite ve Tip2 diyabeti bu yolla tedavi eden Shanghai Jiao Tong Üniversitesi’nden Prof. Liping Zhao ile bu konularda bilgi alış verişi yapmak gerçekten çok faydalı oldu.
Kısaca bu kongreden, yeni ve ufuk açıcı bilgilerle dönmek güzeldi. Ancak belki de daha mutluluk verici olanı, hastalıkları hücresel düzeyde çözmeye odaklanan, beslenmeyi ve mikroflorayı her açıdan ince detaylarla düzenlemeyi hedefleyen yöntem ve uygulamalarımızın yeni bilimsel gelişmelerle , başarılı tedavi örnekleriyle ne kadar uyumlu olduğunu görmekti.