Diyabetle arkadaş olmak zorunda mıyız ?

Elbette değiliz…Değil diyabetle başka hastalıklarla da arkadaş olmaya değil, hastalıksız bir hayat yaşamaya gayret etmeliyiz.

Dünya ülkelerine genel olarak baktığımızda son 20 yılda obezite , insülin direnci, metabolik sendrom ve elbette bunların kaçınılmaz sonucu olan diyabet oranlarında ciddi derecede endişe verici bir artış gözlenmektedir. Bu üzücü artış maalesef ülkemizde de istatistik bilgiler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gelin konuya temelden bakalım ve özellikle bu hastalıklarda niçin bu kadar hızlı bir artış var anlamaya çalışalım.

Yazılarımızda hep üzerinde durduğumuz bir gerçek var ki, o da vücudumuzun kendine özgü  hız ve düzende çalışan  ve yine kendi kendini kontrol eden muhteşem bir sistem üzerine kurulduğu gerçeğidir. Şimdi bir düşünün,  beslenme şekliniz, yiyip içtiklerinizle ve yaşam alışkanlıklarınızla bu sisteme ne kadar destek oluyorsunuz … Hazır ve paketli gıdalar, sadece beyin ve dildeki tat hücrelerini kandırmaya yönelik  beslenme şekli ve bunun yolunda yapılan seçimler, buna ek olarak kişiyi  daha çok görsel olarak tatmin etmeyi amaçlamış menüler,    bazılarınca şanslı (!) ama çoğunluk için şanssız tesadüflerle keşfedilen suni tatlandırıcılar, mekanik, hareketsiz ve gün ışığından mahrum geçirilen günler, teknoloji bağımlılığı, sigara ve nargile gibi  kötü alışkanlıklar, vücudun boşaltım sistemlerini ve özellikle bağırsakların çalışmasını sekteye uğratan ve hatta bozan tuvalet modelleri ve daha neler neler… Buraya artarda eklediğimiz her  faktörün ardında inanın kitaplar dolusu bilgi var… Yani  örneğin  suni tatlandırıcıların vücutta oluşturduğu olumsuz  etkiler, tuvalet alışkanlıklarında oturma şeklinde yani alafranga tuvalet kullanmanın olumsuz etkileri anlatmakla bitmez. Bir de bu olumsuz etkilerin bir kişinin hayatında birçok faktörden kaynaklandığını ve bunların katlanarak artan olumsuz etkilerini düşünün… Evet, işte bu kısır döngüyü ve bunun getirdiği olumsuzlukları ve ortaya çıkan hastalıkları kimyasal maddelerle tedavi etmeye çalışmak yerine, önce bu döngüyü normale çevirmeye çalışmak yapılacak en akıllıca  davranıştır.

Beslenmede yapılan yanlışlar vücudun mikrobiyal dengesini ciddi derecede bozar. Bu bir yandan bağışıklık sistemini etkilerken, diğer yandan vücudun kendini temizleme sistemlerine zarar verir.  Bağırsakların çalışması bozulur. Uyku düzeni kalmaz, enerji düşer, sürekli açlık hissi kişiyi daha acele ve daha sağlıksız seçimler yapmaya iter. Zaten bütün bunlar olurken kişi daha başka birçok şikayetle karşılaşmaya başlamıştır. Ayrıca kısa vadede  ciddi metabolik hastalıklar ve kanser gibi bazı hastalıklara da potansiyel olarak hazır hale gelmektedir.

Diyabet, obezite ve insülin direnci ile ilgili yapılan  bilimsel çalışmalarda, beslenmenin kalori hesabına değil, tıbbi bir temele dayanarak detaylı- ince ayarla düzenlenmesi ve  bağırsak mikrobiyal dengesinin yeniden sağlanması ile bunların kolayca tedavi edilebildiği gösterilmektedir.

Kısaca eğer bir hastalıkla arkadaş kalmaya niyetleniyor ve bunu temelden düzeltmenin yollarını aramıyorsanız, yakın gelecekte arkadaş olduğunuz hastalıkların sayısı mecburen artacaktır. Çünkü sistem bir bütündür.

Diyabet hastalarında ve metabolik sendromda kısa sürede kişide hipertansiyon şikayetlerinin de başlaması  buna örnek verilebilir. Çünkü insülinin sadece kan şekeri dengeleme görevi değil, başka birçok görevi vardır. Bunlardan biri de damar  çeperlerinin elastikiyetini düzenlemede rol almasıdır. Kan şekerinde kontrolsüz dalgalanmaların da kalp krizini tetiklediği araştırmalarda gösterilmiştir.